“Fransız mutfağının dünyadaki en çok bilinen temsilcisi hangi şeftir?” diye sorulsa, tahminimce birçok kişi aynı ismi işaret edecektir: Paul Bocuse!
50 senedir 3 michelin yıldızını aralıksız duvarında asılı bulunduran bu restoranın tadım menüsü, klasik Fransız mutfağının en iyi örneklerini yansıtan bir milli şölen. Yemeğinize başlarken, Madame Bocuse tek tek masaları dolaşarak size “Bonsoir” diyor. Şık servis elemanları son derece doğru hareketlerle tabaklarınızı, çatal-bıçaklarınızı tek tek yerleştiriyor. Paul Bocuse’de tabakların her biri Larousse Gastronomique sayfalarından fırlayan tarifler gibi. Yemeklerin her birinde sadelikten gelen şıklık var. 2 Menü popüler: Menu Bourgeois veMenu classic. Ben Bourgeois’yı tercih ettim.
İlk yemeğim foie gras. Fransız mutfağının bu en önemli temsilcisi, yine Fransız mutfağının en önemli temsilcisini ellerinde farklı anlamlar kazanıyor. Şef, en iyi malzemeyi bulabilecek prestije sahip. Bu sebeple onun mutfağından çıkan her yemeğin, Fransa’nın en iyi malzemeleri ile yapıldığına emin olabilirsiniz. En ufak bir sinirin olmadığı, ağzıda eriyen bir güzellik!
Yine Fransız mutfağının en sevilen yemeklerinden St.Jacques (Deniz tarağı) çok başarılı bir sosla sunuluyor. En üstte içi boş, tıpkı bizdeki pişilere benzer kızarmış hamurlar var. Altında, her ısırışınızda okyanus tadını hissettiğiniz deniz tarakları, sulu pişirilmiş bir şekilde konmuş. Bunların en altında beyaz şarap,tereyağ,arpacık soğan ve patates ile yaptıkları bir püre var. Mutlaka tadılmalı!
Bu 2 güçlü klasiğin ardından damak yenileyici olarak beaujolais nouveau şarabından yapılma, mayhoş bir sorbe getiriyorlar.
Bir diğer yemek ördek eti. İçi ördek eti dolgulu tart ile servis ediliyor. Çektirilmiş sos, ördek yağının tüm lezzetini damağınızda patlatıyor. Kurutulmadan servis edilen ördek etlerine en güzel örneklerden birisi. Paul Bocuse’un o ağır,hantal sosları bile tabaklarda nasıl rafine bir şekilde kullandığına şahit olmak, şefe saygınızı arttırıyor.
Kuzu pirzola yiyrcekleriniz muhtemelen ülkemiz kuzu etlerini mumla rayacaktır. Avrupa’daki kesim yasakları sebebiyle geç kesilen kuzuların etleri,büyüyrken salgıladıkları hormaonlar sebebiyle kokmaya başlıyor. Bu sebeple İspanya hariç kokmayan kuzu eti bulmanız ve yemeniz zor. Paul Bocuse’deki kuzu da aynı şekilde ağır bir koku ve lezzete sahip. Yanında “Cardon” dedikleri yabani enginar ile servis edildi. Muhtemelen kuzu kokusuna gelemeyenleriniz için kötü bir tabak olacaktır. Bu sebeple mümkünse bu tabağı değiştirtin.
Üstüne dana iliği ile yapılan Sauce Ivoire dökülmüş uykuluk, menu bourgeois’ın imza yemeklerinden birisi.
Paul Bocuse’de olumsuz olarak eleştirilebilecek yalnızca 2 konu var. Böyle özel bir gastronomi mabedinde şarap menüsü diğer 3 michelinli restoranlara göre zayıf. Somölyeleri doğru tercihlerle yemeğinizi özel kılsa da, tercihlerdeki kısıtlama biraz can sıkıcı. 2.konu ise engellilerle ilgili. Ne yazık ki böyle bir restoranın engelliler için çeşitli olanakları sağlamamasını hoş karşılamadım.
Paul Bocuse’de yemeğin en güzel tarafı tatlı kısmı. Neden? derseniz, yemek sonunda onlarca Fransız tatlısını aynı anda yanınıza getiriyorlar. İstediğiniz çeşidi, istediğiniz miktarda tadabiliyorsunuz. Özellikle romlu bir hamur tatlısı olan “baba au rhum”, Paul Bocuse’un Klasik Fransız mutfağının en iyi şefi olmasına güzel bir örnek.
Bu restoranda aklınızda çok şey kalacak. Benim unutamadığım ise yemeklerde kullanılan o enfes soslar… Fransız mutfağı bu adama çok şey borçlu! Onlara gelecek için harika tarifler bırakıyor.
Burada yemek yiyenleriniz Fransız peynirlerinin o enfes tatlarıyla geceyi noktalamayı unutmasın. Brillat-Savarin,Tomme de Capra,Saint Nectaire benim en sevdiğim peynirlerden. Rokforun da yeri ayrı…
Değerlendirme: 8/10