Uluslararası Marka Nişantaşı’nda…
İstanbul’un turistik anlamdaki kıymeti arttıkça bu yeme-içme sektörüne de etki etti. Birçok yabancı marka İstanbul’u artık büyümek için iyi bir pazar olarak görüyor, buna ek olarak var olan eski müesseseler de kendilerini gelişmek zorunda hissediyorlar. Sonuç müşterilere yarıyor. Her geçen gün daha iyi yemekler yiyebiliyoruz. İşte iyi yemeği amaç edinmiş bir marka Nişantaşı’nda hizmet veriyor… La Petite Maison.
Garsonlar Avrupa’dakiler gibi
Senelerdir bu mekan bir café’ye ev sahipliği yaptı. O dönemlerde hiç ziyaret etmediğim için içerisinin büyüklüğünü fark etmemişim. Kapıdan girer girmez sizi harika bir bar ve daha sonrasında büyük bir salon karşılıyor. Dekorasyon son derece şık ve tavan yüksekliği insana huzur veriyor. Buranın terası da yemek deneyiminizi yaşarken size huzur verebilecek şekilde dizayn edilmiş. Sıkışık bir düzeni yok. La petite Maison’da ilk gözüme çarpan garson kalitesi. Bu tarz bir yaklaşımla Frankie’de de karşılaştım ve çok memnun kaldım. Garsonlar hem bilgili, hem güleryüzlü. İşlerini severek yaptıkları belli. Tabi güler yüzlerini görmek için erken bir saatte rezervasyon yaptırın. Cumartesi akşam kalabalığında yüzlerinde telaştan başka bir şey olmayacağı malum. Garsonumuzun önerileri ile yemeğimize başlıyoruz. Zeytinli tapenade ilk tercihimiz. İçerisinde ançuez, kırmızı chili biberi, siyah zeytin, provençal baharatlar ve kapari olan bir tür meze. Ekmekleri Rusya’da beni kendine hayran bırakan Borodinsky ekmeklerine benziyor ama sanırım bu daha lezzetli. İştah açıcı, hafif ve güzel bir başlangıç. Ara sıcak olarak istediğimiz mozarellalı patlıcanı beğendim. Patlıcanın üstünde mozarella ve pesto sos var, altında ise taze domates dilimleri var. En üste de mis gibi tereyağ kokan karidesleri koyup fırınlıyorlar. Mutlaka sıcakken yenmesi gereken bir yemek. Soğudukça alınan tatlar birbirine giriyor. Uyum bozuluyor.
Diğer yemeğimiz Istakozlu makarna. Yine porvençal baharatların (Fransa’dan özel geliyor) tadını alıyorum. Ancak bu makarnada farklı bir tat yakalıyorum. enteresan bir dokunuş yapmışlar. Garsona bunu sorduğumda makarnada Tarhun Otu olduğunu söylüyor. Bu yenilikçi dokunuş hoşuma gidiyor. Kreması abartılı değil ancak tek bir sorun var; Istakoz eti bulana aşkolsun! Porsiyonlar bu denli büyükken Istakozların neredeyse büyüteçle görülmesi üzücü.
Unuttuğumuz değerleri hatırlatan bir Restaurant
Lokantanın paylaşımcı felsefesini sevdim. Kim ne söylerse söylesin, önüne değil ortaya konuyor. Böylece herkes birçok yemeği tatma fırsatı buluyor. Bir lokantanın unuttuğumuz değerlerden biri olan “Paylaşma” sosyal sorununa parmak basması çok hoş. Buranın en büyük artılarından biri de garsonlarından restaurant müdürüne kadar herkesin müşteriye verdikleri değer. Şaşırtıcı şekilde kibar ve işleri konusunda bilgililer. Darısı diğer mekanların da başına…
Morina balığı domates sosu ve yine provençal baharatlar ile güveçte geliyor. Bu balığa yakışan en güzel şey şekerli soslar. Nobu’daki deneyimden sonra bu balığı bir tık aşağıda buluyorum. Sosları ise balıktan daha çok ilgimi çekiyor. Çünkü balık&nohut ikilisini ilk kez deniyorum. Hoşuma da gidiyor. Çatalı batırdığınız an parça parça gelen löp eti morina balığının en sevdiğim yanı. Hem lezzetli hem de yeni pişirme tekniklerine, yeni soslama tekniklerine açık bir balık.
Son olarak profiterol geldi. Fransa’da bile böylesini yemek için çok yol kat etmeniz gerekir. Topların dışı çıtır, içi ise yumuşacık. Çikolatası boğaz yakmıyor ve yüksek kalitede. Avrupa standartların üstünde bir tatlı. Bu güzel tadımın sonuna şeflerin sanatçı ruhunun imzasını atıyor.
Değerlendirme: 7/10
Adres:Maçka Palas Maçka cad 33-B
İstanbul
Telefon:0212 232 02 32