Anadolu Yakası’nda kaliteli ve lezzetli mekan arayanlar için gün geçtikçe umutlar artıyor. Çünkü İstanbul’un bu sessiz yakasında büyük değişimler başladı. Yeni mekanlar ardı ardına ses getirmeye başlıyor. Onlardan biri de” Rotisserie Noir”.
Yaklaşık 22 senedir Anadolu Yakası’nda yaşıyorum. Bu süreç zarfında lezzet anlamında ne yazık ki hiçbir gelişme gösteremedi Anadolu Yakası. İstanbul’un bu güzel yakası ne yazık ki Avrupa’nın çekiciliği ve müşteri potansiyeli düşünüldüğünde hemen ikinci plana atılıyordu. Turistik mekanların da birçoğu Avrupa yakasında olduğu için uzun yıllar iyi yemek yapan yerleri beklemek zorunda kaldık. Son zamanlarda sevindirici bir şekilde yeni mekanlar bu yakayı da canlandırmaya başladı. Sadece dekoratif bir canlılıktan bahsetmiyorum tabi, aynı zamanda yeni lezzetlerin de ortaya çıkışından bahsediyorum. Bu yeni mekanların başında da Rotisserie Noir geliyor. Nedir bu mekanı diğerlerinden ayıran? Siyah duvarları mı? Volkan taşlarında pişen etler mi? Başka hiçbir mekanın menüsüne benzeyen menüleri mi? Bu soruya verebileceğim cevap hem evet hem de hayır! Bu mekanı bu denli beğenmemin en büyük sebebi “FARKLI” olması. Her anlamda farklı. Dekorasyon farklı, usuller farklı, lezzet arayışı farklı hatta mekan sahibi bile farklı.
Mekanın işetmecisi Oğuz Bey aynı zamanda Akaretler’deki yeni nesil mutfağın öncüleri olan genç şefler Cihan Kıpçak ve Üryan Doğmuş’un avantgarde mutfak mabetleri “Gile”nin de ortaklarından. Birbirinden çok farklı konseptlerde olan bu iki mekan için ise ortak bir kanaat getirmek doğru olur diye düşünüyorum: İkisinde de yemekler aşk ile yapılıp aşk ile sunuluyor.
Rotisserie Noir’ın menüsü çok kafa karıştırmayan ama farklılıklara açık her şeyi barındıran bir tarzda. Başlangıçlara geçmeden önce masanıza ekmek ve eritilerek içine bal ve tarçın konan keçi peyniri getiriyorlar. Keçi peyniri harikulade bir tat. Bal ve tarçının o bilindik sihiri ile peynirin tuzlu, ekşi yapısı tam bir harmoni yaratıyor. En çok korktuğum şey ise bu muhteşem lezzetin soğuk, lezzetsiz bir ekmekle hüsrana uğraması… Ama olmuyor! Önümüze gelen mayalı ekmek öyle güzel ki hiç bitmesin istiyorsunuz. Kızartılmış bir şekilde sıcak servis ediliyor. Gerçekten tadıma daha başlamadan hepimiz afallıyoruz. Masadaki sessizliğin de beni onayladığını görüyorum.
Yanında getirilen tereyağı ise Şef’in özel bir işleminden sonra masaya getiriliyor (eritilip tekrar donduruluyor). İsli ve tuzlu bir yağ bu. Ekmeğe çok yakışıyor. Sonraki gelecekler için ağzımızı son kez güzelce süpürüyor.
Başlangıç olarak sizlere önereceğim Keçi Peynirli Bruschetta olacak.
ilk gelen ekmek ve keçi peynirinin büyüsünde öyle kalıyoruz ki başlangıç olarak da menüde gördüğüm keçi peynirli bruschetta’yı denemeye karar veriyorum. Göztepe’deki bir fırında özel olarak üretilen ve tarifi garsonlar tarafından sır gibi saklanan mayalı ekmeğin üzerinde bu sefer bal ve tarçınlı peynir değil ama ceviz, sarımsak, roka ve domatesin ahenginde sunulan bir peynir var. Üzerlerine ise çok hoş bir zeytinyağı dökülmüş. İşte size basit bir şaheser.
Ara sıcak olarak baklava hamuruna sarılı yeşil elmalı dana eti söylüyoruz. Bu yemeğin bir benzerini Gile’de yediğimi hatırlıyorum. Bunu Oğuz Bey ile paylaştığımda kendisi bana: “Birbirimizden etkilendiğimiz doğrudur ancak biz yine iki farklı konsepti uyguluyoruz ve benzerliği kabul etmiyoruz” dedi. Gile’deki humus ve kimyonun hakimiyetindeki küşnemelerin baklava hamuruna sarılması ile yapılmıştı. Burada yediğimiz ise mevsimsel sebeplerden dolayı (normalde ayva ile yapılıyormuş) elma ile yapılmış dana etinin baklava hamuruna sarılması ile yapılıyor. İlk ısırıkta Oğuz Bey’e hak veriyorum. Evet bunlar aynı kabuk altındaki bambaşka lezzetler. Hani baklavanın tazeliğini ve güzelliğini anlamak için çatal batır derler ya işe ilk çatalı batırdığınızda o inanılmaz güzel hışırtıyı duyuyorum.Tahin ve baklava hamuru ikilisi aynı olsa de yeşil elmanın getirdiği o değişik tat sanki bambaşka bir şey yiyormuşum hissi verdi. İçinde et olmasaydı belki de kızarmış bir apple pie yediğimi bile düşünebilirdim. Bu “farklı” ara sıcağı da çok beğeniyorum. En önemlisi de bunun gibi yeni tatlar yaratma başarıları ve cesaretleri için takdir ediyorum. Kim ne derse desin elma ve humusu yan yana getirmek ve bunu bizim gibi yeni lezzet deneyimlerine kapalı bir topluma sunmak büyük cesaret.
Fransız usulü pirzola keyfi
Hiçbir zaman bonfileyi sevmedim. Bonfile eti her zaman en güvenilir ama aynı zamanda en yavan ve lezzetsiz et olarak aklımda kaldı. Burada da seçimim klasik bir bonfile yemektense pirzola yemekten yana kullandım. Rotisserie Noir’da mekana ismini de veren bir Fransız pişirme tekniği kullanılıyor. Tıpkı bizdeki çevirme gibi ancak kömür üstünde değil de volkanik taşların yarattığı eşit ateş dağılımında etler asılarak ateşe değmeden pişiriliyor. İçinin sulu ve lezzetli kalması için pirzolalar kalem kalem değil de 2 kalem bir arada kızartılıyor. Böylece dışı mühürlenerek pişerken içi tam istediğim gibi sulu ve hafif kanlı kalıyor. Tam Bu tarz bir yöntemin nereden akıllarına geldiğini soracakken mutfağın şefinin Richard Madzar adında Fransız bir şef olduğunu öğreniyorum. Eh haliyle bu tekniğin bu denli başarılı uygulanmasının da nedenini anlamış oluyorum.
Etin yanında söylediğim ek sebzeler hakkında ise birkaç tavsiye ve yorumum olacak. Öncelikle Ülkemizde Steak tipi et yapan birçok mekanda yanlarına servis edilen ıspanaklar son derece ağır kremalı, tuzlu ve çiğ kalmış ıspanaklardan yapılıyor. Rotisserie Noir’da ise kremalı ıspanağın kreması tam kıvamında. Ayrıca ıspanağı tuza bulayıp tadını bozmamışlar. En önemlisi de gerektiği kadar pişirip içini soğanla doldurmamışlar. Dolayısıyla bu yardımcı yemek de çok hoşuma gitti. ancak aynısını trüf yağıyla fırınladıkları patates için söyleyemem. Patates fazla kızarmıştı ve kurumuştu.
Gecenin finalinde ise Patlayan şeker kaplı çikolatalı truffle pasta yiyoruz. Başta ağır geleceğini düşündüğümüz bu pastanın çikolatası korktuğum gibi ağır değil. Aksine çikolatalı pudingin yoğun kıvamlısı gibi ağızda eriyor. Patlamış şekerlerden de gecenin sonu hakkında iyi bir fikir ortaya çıkıyor: Rotisserie Noir ekibi o gece damağımda havai fişek patlatıyor ve bize lezzet şöleni yaşatıyor.
Mekanın ileriki dönemlerde çeşitli şarapları da listesine katarak daha profesyonel ve kaliteli bir menüye geçmesini temenni ediyorum. Anadolu Yakası lezzet avında artık iyi günler yakın.
Değerlendirme: 9/10
Rotissere Noir
No 460, Bağdat Caddesi
Suadiye, Kadıkoy, 34710
İstanbul, Türkiye
+90 (0216) 445 1505
http://www.rotisserienoir.com.tr/