The Ivy’e girerken rengarenk masalar, şık kadınlar ve adamları görünce Los Angeles’ın kaliteli yerlerinden birinde olduğunuzu anlıyorsunuz. Gölge altındaki bahçesinde Amerikalı kadınlar sohbet ediyor, şık servis elemanları etrafınızda pervane oluyorlar.
Deniz mahsulleri ağırlıklı menülerinde denediğim linguine lobster (ıstakoz) Amerika’nın maine bölgesinden gelen dişi ıstakozlarla hazırlanıyor. Daha önce de yazmıştım, dişi ıstakozlar daha kıymetli çünkü etleri daha kaliteli ve tatlı oluyor. En büyük sorun domatesi kabukları ile koymaları. Bu damağı çok rahatsız eden bir şey. Beğendiğim şeylerden birisi de tuz oranını makul tutmaları. İtalya’da makarnalarda yaşadığım tuz sorunu çok şükür Amerika’da yok. Sevgili Ceylan Özyavuz’un önerisi ile tattığım “Ivy pink sauce”u mutlaka isteyin. Bu krema, soğan ve domatesin bir arada olduğu, hafif yağlı bir sos. Istakoz’a muhteşem uyum sağlıyor.
Arabanız yoksa burada yemeğe başlamadan önce bu güzel ortamda bir şampanya içmenizi öneririm. Hatta meyve dilimlerinden hazırladıkları şampanyalı sangria baya güzel bir seçim. Hem meyveli, hem alkollü bir tadı aynı anda tadıyorsunuz. Los Angeles sıcağında çok iyi geliyor.
Lime’lı tavuk salataları ise yediklerimin en iyisi diyemem. Kötü değil ama standartı da geçmez.
En sonda söylediğimiz apple crumble ise beni çok mutlu etti. Vanilyalı dondurma ile sunuluyor. İçi bol dolgulu, hamuru kalın değil.
Bazıları buraya Turist tuzağı diyor. Ben o şekilde düşünmedim. Evet yediğim Istakozlu Linguini 50$ ama bolca ıstakoz etinin olduğunu da söylemeliyim. Biz bu tarz restoranları hep kendi paramızla kıyasladığımız için pahalı buluyoruz; Ama burada kazançlar yüksek. O sebeple 50$’a yemek lüks değil. Bence burada salata söylemeyin. Ana yemekler ve başlangıçlar yeterince güzeller. Tabi tatlılar da öyle…
Değerlendirme: 7/10