Gözünüzü hafifçe aralıyorsunuz, uzaklardan kulağınıza sürekli bir uğultu geliyor. Zaman zaman ses yükseliyor sonra alçalıyor. İlk başta anlamıyorsunuz. Yatağınızdan kalkıp balkona yöneliyorsunuz ve kapıyı açıyorsunuz. Karşınızda altın sarısı renkte kumlar, demin kulağınızı çınlatan sesin sebebi olan hırçın dalgalar, yüzünüze vuran deniz rüzgarları duruyor… İnsan sabahlara işte böyle başlamalı!
San Sebastian’ı gerçekten yaşamak istiyorsanız size tavsiyem kesinlikle sahildeki otellerden birinde kalmanız. Nedeni basit: San Sebastian denizin şehri. Ona hayat veren şey deniz. Güneşin doğuşundan batışına kadar bu şehire nefes aldıran şey o. Restoranlarının dünya çapında meşhur olmasının sebebi sadece şeflerinin hünerli elleri değil, bu denizin ona sağladığı enfes deniz mahsulleri. Gece otelinizde uyurken size anlatılmaz bir huzur veren de yine o deniz. Turistleri fotoğraf makineleri ile sahile dolduran, aşıkları el ele kumlarda koşturan hep o masmavi deniz… Ne zaman bu şehire gelsem, yemeklerin o derin dünyasına dalmadan önce bu güzel manzarayı izlemeyi seviyorum. Sonrasında ise şeflerin dünyasına dalıyorum. Bölgenin en popüler şeflerinden biri Pedro Subijana. Restoranı Akelare 3 Michelin yıldızlı bir lezzet mabedi. Üstelik sizi bu güzelim denizle resmen kucaklaştıran bir manzarası var. Şehirde manzara açısından en iyi restoran burası. Lezzetleri de manzarasından geri kalmıyor.
Şef Pedro Subijana yemek öncesi amuse bouche (tadım hoşluğu) olarak 1) İçi zeytinle doldurulmuş ançüez, biber turşusu sos ile 2) İçinde karides pate olan patates cipsleri 3) Midye topu sunuyor. Mide topu hariç hepsi yaratıcı ve lezzetli. Midye topu ise ortalama bir lezzet.
Yine somölye tarafından yanına Albarino şarap eşleştirilen ıstakoz salatası, çok iyi malzemelerin bir araya geldiği iyi bir tabak. Tatlı ıstakoz eti onu pişirmeyi bilen ellerde hayat bulmuş. Suyu içinde hapsolmuş.
Bir sonraki yemek yabani enginar sapı,enginar püresi ve sarımsak sosu. Sülfürik tatların güzel bir örneği. Çok başarılı bulduğum tabaklardan birisi. Sebze kalitesi harika.
4 çeşit mantar ile zenginleştirilen pasta carpaccio beni çok etkileyen yemeklerden bir tanesi. Hamur ve biber aynı anda bir arada kullanılıyor ve tıpkı bir makarna hamuru gibi tabağa yayılıyor. Üstüne sisa, shitoke,hongo mantarları var. Bunlar Bask dilinde mantar isimleri ve bölgeden toplanıyorlar. Şef tabaklarında yörenin malzemelerini kullanıyor. Biber makarnaya hafif pembe bir renk kazandırdığı için aynı carpaccio gibi görünen bu yemeğe carpaccio ismi takmışlar. Mantarlar son derece keskin tatlara sahipler. Bu yemek sevdiğim yemeklerden biri oldu.
Sonrasında salyangozlu pilav servis ediliyor. Pirinçler mükemmel formda. Gereksizce sert ya da yumuşak bırakılmamış. Salyangozların daha iyisini Fransa’da rahatlıkla yiyebilirsiniz ama buradaki de kötü değil, ortalama. Ben dokularını biraz sert buldum. Yanında fesleğen ve domatesten yapılmış bir jel var. Asidite kazandırmak için konudğu belli. Fesleğen de salyangozun o yoğun tadını hafifletiyor. Damağa farklı lezzet notları kazandırıyor.
Ana yemeklerden birisi barbun. Kılçıkları,ciğeri ve kafasından hazırladıkları bir praline sos ile sunuluyor (filtre edildikten sonra). Yanında fusili maydanoz ve soya sos var. Tabakta gördüğünüz makarna şeklindeki renkli şeyler aslında içlerine sos hapsedilmiş jeller. Biri soyalı, biri sarımsaklı,biri fesleğenli. Yaratıcı bir sunum olmuş.
Şef’in Meksika mutfağından esinlenerek hazırladığı güvercin etinde, Meksikalıların Mole sosu ön planda. Meksika seyahatimde bu sosu çok fazla denedim ve itiraf etmeliyim ki Pedro Subijana’nınki de beni lezzetiyle şaşırttı. En az oradakiler kadar iyi. Av etinin o keskin tadını susam,acı biber ve mole sos ile dengelemişler. Hiçbir lezzet diğerinin önüne geçmiyor (Sonrasında masamıza gelen şef Meksika seyahati sırasında bu sostan etkilendiğini anlattı).
Akelare’de bloody mary’den amuse bouche, gin&tonic’ten tatlı gibi alkollü içeceklerin yemeğe etkisini görmek de mümkün. İlk tatlı Gin&Tonic jölesi yanında limon sorbe ve ardıç tohumları. Gin severler bu tatlıya bayılacaktır. Ferahlatıcı,asiditesi yüksek bir tatlı.
Diğer tatlı milföy arası elma prelin, üstünde elmadan yapılmış kağıt çikolata var. Evet şaşırtıcı geldiğini biliyorum. İlk önce elmaları presleyerek bir elma hamuru elde ediyorlar. Daha sonra bu hamura çikolata katarak sanki bir şeker hamuru görüntüsü veriyorlar. Ben ilk başta görüntüye kanarak bunun şeker hamuru olduğunu sandım ve moralim bozuldu. “3 Michelin yıldzılı yerde şeker hamuru mu olur?” diye düşünürken servis elemanı anlatınca hem rahatladım, hem de şefin yaratıcılığına saygı duydum. Bu tatlıda esas konuşulması gereken milföy hamuru. Uzun süredir böyle etkileyici olanını yememiştim.
Genel olarak çok memnun kaldığım bir deneyim oldu. Somölyeleri de doğru eşleştirmeler ile gecemizi daha da güzelleştirdi. Diğer 3 yıldızlı rakiplerine göre bence Akelare 1-2 adım önde. Kimileri kendini füzyona fazla kaptırmış ve yemeği artık kimyaya döndürmüşken, Pedro Subijana hâlâ yemeği “yemek” olarak önünüze getiriyor. İnsan böyle güzel bir manzara karşısında, böyle güzel yemekle yiyip, uygun fiyata iyi şarap içince haliyle mutlu oluyor.
Tadım menüsü 175 Euro. Fiyat “Kabul edilebilir” ancak yine de İspanya standartlarında pahalı. O sebeple restoranın fiyat/Kalite dengesi iyi diyemem. Benim için “Ortalama”.
Engelliler için olanak yok ( 3 Michelin yıldızlı yerlerde bu çok yadırgadığım bir durum).
Değerlendirme: 8/10